Beni yakından tanıyanlar
iyi bilir; Ne kadar tutku ile bağlıyımdır kitaplarıma. Yalnızlığımı, sıkıntılarımı
ve neşemi paylaşırım satırlarda. Bazen şuursuzca iki hatta üç kitabı aynı anda
okumaya kalkarım. Ama içlerinden biri benimle bağ kurmuşçasına ayrılmaz
yanımdan o zamanlarda... Belli ki bir ucundan yakalamıştır beni...
Pazar günleri en sevdiğim
şey ise gazetelerin içerisinde boğulmaktır. Ta kiii, Ipad çıkana kadar... Şimdi
elimden düşmüyor desem doğrudur. Bazen arada gazete kokusunu, okurken ellerimin
mürekkepten kararmasını, sayfaları çevirirken hışır hışır sesleri de özlemiyor
değilim hani! Onunda zevki de bir başka tabi... Ipad’in bende yarattığı tek
eksiklik ne biliyor musunuz? Gazetede okuduğum, sevdiğim bir yazıyı yada röportajı
keser ve saklardım. Şimdi hayatımda oda değişti kesmiyorum. Annemin artık at şu
çer çöplerini demesinden kurtulsam da, öyle yaşamayı seviyordum ben...
Şimdi Facebook’da paylaş,
Twitter’da paylaş, Google Plus, Linked in daha yazıyım mı? Beğendiğiniz bir şey
varsa cümle aleme aynı anda; Bak ben bunu beğendim diyebiliyorsunuz.
Bu aralar favorim sakinleşmek
için; Pinterest! Sadece fotoğraflara bakıyor ve ruh halime göre kategorileştirip,
paylaşıyorum. Yani görsel zekama destek veriyorum :-)
Amannnnn, dağıldım yine
toparlamam lazım konuyu! Okumaktan girdim, sosyal medyadan çıktım. Fakat
anlatmak istediğim şey aslında tam da bu değildi.
Geçtiğimiz iki hafta önce
İzzet Çapa’nın Ali Sabancı ile yapmış olduğu röportajın tadı, resmen damağımda
kaldı diyebilirim. Yine geçen pazar Hakan Gence’nin, “Ajda Pekkan ile beş gün!”
adlı röportajı beni heyecanlandırmıştı. Farklı bir şeyler okuyabilirim diye...
Soruyorum size, ne kaldı aklınızda o röportajdan? (Tabi eğer okuduysanız) Bu
başlık ise sadece güzel bir röportaj okumak için, ağzımıza çalınan bir damla
baldan başka bir şey değildi bence...
0 yorum:
Yorum Gönder