Uzun zamandır ne düşünüyorsam neye yoğunlaştıysam birşekilde yaşıyorum. İyi yada kötü, zor yada kolay farketmiyor. Sadece ne istediğimi biliyorum okadar. Acabaları kafamdan atınca rahatlıyorum. Geçtiğimiz haftalarda Yavuz Kocaömer’in röportajını yayınlamıştık. Bu yazıyı okuduğumda gerçekten gözlerimden yaşlar inmişti kendimi tutamamıştım. Vay be dedim böyle adamlar varmı hayatta dedirten türdendi. Bu söyleşide öyle. Gün,hafta, yıl içerisinde okadar çok insanla tanışıyorum ki bazıları iz bırakıyor bazıları ise yok olup gidiyor. Hayati Babaoğlu hayatımda bir iz bıraktı. Gözlerimi başka yöne çevirdi, ufkumu genişletti konu hayallerim olunca da bunlar gerçeğe yakın hayaller dedi. Çok istediğim ama nasıl sahip olurum diye düşündüğüm bir çalışmayı birgün ofisime geldiğimde masamda görünce size attığım çığlığı anlatamam. Birkez daha sizlerin huzurunuzda kendisine teşekkür etmek isterim.
3 dönemdir TESYEV’in (Türkiye Engelliler Spor Yardım ve Eğitim Vakfı) yönetim kurulunda as başkanlık görevini yürütüyor Hayati Babaoğlu. TESYEV’de; engellilerin eğitimine, sağlığına, burslarına, ülkenin her yerindeki engellilere engelsizler gibi yaşama şansı vermek adına yapılan çalışmaları takdirle izleyin ve bunu topluma duyurun lütfen cümlesi kulaklarımdan gitmiyor. Aslında hepimiz bir engelli adayı değilmiyiz diye sorduğumda? Evet ama kim bunun farkında Neslihan dedi. Hadi bunuda geçelim hayatımızda engellilere ne kadar yer veriyoruz onların hayatını kolaylaştırmak için neler yapıyoruz yada toplumca hareket edebiliyormuyuz? Kocaman bir hayır. Sonuçda iki ayrı toplum gibi yaşıyoruz onlar ve bizler. Ama baktığınızda hepimiz nefes alıyoruz. Ben spor yapmıyorum onlar bu fırsatı değerlendirip hırsla,azimle çalışıyor ve hatta dünya şampiyonu oluyorlar.
Yeter ki isteyin, yeter ki inanın, yeter ki zaman ayırın, yeter ki siz siz olun birşeyler sonradan olmaz inanmak lazım. Yardımsa gönül işi gönülden yapılır zorla olmaz.
Sizi ve değerli eşinizi tanıdığıma ve bu tanışmaya vesile olan Uğur Batur’a tekrar çok teşekkür ederim.
Kısaca kendinizden bahseder misiniz?
22 Ocak 1954 Maraş doğumluyum. 1963 yılından beri İstanbul’da yaşıyorum. Bütün eğitim yıllarım İstanbul’da geçti. 1974 yılından itibaren 36 yıl aralıksız olarak petrol ticareti ile uğraşıyorum. Akaryakıt istasyonlarımız var. Opet ve BP’nin (British Petrol) bayiliklerini yapıyorum. Petrol işi bana şans getirdi; neden derseniz, petrolü bir arkadaşım vasıtasıyla tanıdım. Derken, eşimi petrol vasıtasıyla tanıdım, Lions’u yine petrolcü bir arkadaşım aracılığı ile tanıdım. İstanbul’da benim yaşımda olup da bu işi 36 yıldır yapan herhalde başka bir insan yoktur. Ayrıca BP’nin İstanbul ve Trakya distribütörlüğünü de yapıyorum. Son 10 yıldır da Türkiye de BP’nin toptan akaryakıtını en çok satan bayisinin de sahibiyim.
Lions’la tanışmanız petrol işi sayesinde olmuş. Peki, engellilere ulaşmanız, onlara yardım etme faaliyetleriniz nasıl başladı? Orada taşın altına elini sokan 10 tane önemli iş adamı var. Biraz bunlardan bahseder misiniz?
Derginizde Yavuz Kocaömer ile ilgili röportajınızı okudum. Allaha şükür benim ailemde hiç engelli insan yok. 1980’li yıllarda tanıştım ben engelli vatandaşlarımızla. O yıllardan beri birçok aktiviteye katıldım engelliler yararına düzenlenen. Tarık Öztimur ile beraber Türkiye’de engellilerin spor yapabileceği ilk kulübü kuranlardan biri de benim. Tekerlikli sandalyelerde basketbol oynayan engellilerin spor yaptığı Yaşama Sevinci Spor Kulübü Türkiye’de kurulan ilk engelli spor kulübüdür. Ben hep onların yanında olmaya çalıştım. Dernekler kurduk. Federasyonda çeşitli görevler aldım. Mesela İstanbul’da ilk engelli tuvaleti olan, ilk engelli asansörü olan, marketteki reyonlarda engelliler için stantları olan ilk istasyon sahibi ben oldum. Gazetelerde ve medyada çok yer aldı bununla ilgili haberler. 1993’te yaptık biz bunları ve İstanbul’daki hiçbir benzin istasyonunda engelli tuvaleti yoktu. Bırakın istasyonu, 5 yıldızlı otellerin bile birçoğunda engelliler için tuvaletler yoktu. 1998 yılında Lions Kulübü’nde 118-T Yönetim Çevresi’nde başkanlık yaptım. O dönemde de Lions Kulübü’nde ilk defa engelliler komitesini ben kurdum. Daha sonra 5,5 aylık bir Türk Kalp Vakfı başkanlığım oldu. Bazı istenmeyen olaylardan dolayı istifa ettim. Daha sonra Yavuz Bey’le tanıştık ve yaklaşık 3 dönemdir TESYEV’in (Türkiye Engelliler Spor Yardım ve Eğitim Vakfı) yönetim kurulunda as başkanlık görevini yürütüyorum.
Bursa’ya hem hayırsever kimliğinizle, hem Uğur Batur’u bu konularda desteklediğiniz için, hem de bir Lions olduğunuz için bu projeye katılımda bulundunuz. Projeyi nasıl değerlendiriyorsunuz? Başarılı bir organizasyon muydu sizce?
Projenin detaylarını buraya gelmeden önce çok iyi bilmiyordum. Uğur Batur’la benim çok özel bir dostluğumuz var. Hayatımda güvendiğim, çok inandığım; topluma bilgisini, emeğini, yüreğini ve zamanını ayıran çok güzel ve ender insanlardan biri olarak yer edindi Uğur Batur. Onun, İstanbul’da vakıf yararı adına hemen hemen her derneğe katkısı olmuştur. Bana dedi ki; “Başkanım böyle bir aktivite” var. Tabi işin içinde bir Lions kulübü olması da benim ilgimi çekti. Bursa’daki Lions kulübünü biliyorum ve takip ediyorum. Gerçekten çok başarılı bir kulüp; bir defa 30 yıldır var olan bir dernek. 30 yıldır insanlara karşılıksız hizmet sunmak kimsenin küçümseyemeyeceği bir olgu. Nilüfer Lions Kulübü’nün böyle bir kadın sığınma evi projesi içinde olması bir defa beni çok mutlu etti. 2. si ise Uğur Batur’un burada büyük bir heyecan ve istekle bulunması beni yüreklendirdi. Açıkçası burada olmam, öncelikle benim insani bir görevim. Bize insanların ihtiyacı nerede varsa; bu Diyarbakır ya da Türkiye’nin her hangi bir yeri olabilirdi. Biz insanların yanında olmak zorundayız. Fakat ben açıkçası katılımın daha fazla olmasını beklerdim. Sayısal çokluk orada bereketi getirecekti mutlaka. 50’nin üstünde üyesi olan bir kulübün orada en az 150 kişi toplamasını beklerdim. Ben Uğur’un emeğine, yüreğine, zamanına çok değdi mi konusunda endişelerim var. Ama burada olmaktan mutluyum. Buraya gelirken büyük bir istek ve keyifle geldim. 6 parça da eşya aldım. Gerekli katkıyı yaptığımı düşünüyorum. Semra Hanım’ın burada olması hem Lions adına hem Bursa adına hem de topluma mesaj vermek adına çok önemliydi. Sağlık problemleri olmasına rağmen İstanbul’dan kalkıp Bursa’ya kadar geliyorsa Bursalı da bu projeye lütfedip sahip çıkmalı.
İnsanlar sosyalleşmek adına mı toplanıyor bu kulüplerde yoksa gerçekten yardım ve dayanışma ruhunu içlerinde taşıyorlar mı? Böyle bir fikre kapılıyor insan ister istemez. Bu tezat hakkında ne düşünüyorsunuz?
Evet böyle bir tezat var buna katılıyorum. Yıllarca sivil toplum örgütleri içinde oldum. 30 yaşında Lion oldum, ondan öncesinde de çeşitli örgütlerde görevlerim oldu. Son 26 yılım çok yoğun geçti; birçok kulüpte, siyasette, dernekte bulunmaya çalıştım. İnsanlar biraz böyle kendini göstermek, biraz toplumda var olduğunu kanıtlamak, biraz sosyalleşmek adına orada olabiliyorlar. Ama emek, yürek, zaman ve hizmet alanında sorumlulukların yerine gelmesi anlamında baktığınız zaman, aynı duyarlılıkları her zaman göremiyoruz. Buna defalarca şahit oldum.
İnşallah bu proje hayata geçer diyelim o zaman…
Bu proje hayata geçer, neden derseniz aldığım bilgilere göre arkasında belediye var bu çalışmanın. Yer çok güzel, ikinci olarak. Sonra hazır olan bir bina var sadece restorasyonu gerçekleştirilecek. Ama burada önemli bir ayrım var. Bir sığınma evini yapıyor olmak ayrı bir şey, onu işletebilmek çok farklı bir şey. Siz sığınma evinde ağırlayacağınız hanımları belirlediğinizde olay bitmiyor. Ondan sonra başlıyor her şey. Onların hayatına zenginlik katabilmek, hayat görüşlerini geliştirebilmek, ayakta kalabilmelerini, hayata tutunabilmelerini sağlayabilmek çok daha önemli olgular.
Yeni nesle verebileceğiniz mesajlarınız nedir?
Toplumda genel bir kanı var; pırıl pırıl bir gençlik geliyor… Bu konuda katıldığım taraflar var ama büyük oranda da katılmadıklarım var. Bu yeni gelen nesil bizim bildiğimiz sorumlulukları pek fazla taşımıyor sanırım. Daha bireysel, daha bencil daha kendine dönük, toplum bilinci daha az gelişmiş; hani günü kurtaralım, işte nasıl en kısa yoldan zengin olurum diyen, bireyi ön plana çıkartan bir gençlik var. Biz İstanbul’dayız siz buradasınız. Buradaki pırıl pırıl genç sayısının ne olduğu görecedir. Henüz çok iyi eğitim alamamış yüz binlerce genç insanımız var. Bu benim içimi acıtıyor, Türkiye’nin en önemli sorunlarından bir tanesi de bu. Ben kendi çocuklarıma her zaman dürüst olmalarını öğütlüyorum. Onlara her zaman doğru hedefler belirlemelerini söylüyorum. Ülkesini vatanını, devletini milletini seven bireyler olmalarını söylüyorum her zaman. Oğlum ve kızım var benim. Oğlum, Uludağ Üniversitesi’nden, kızım da Bilgi Üniversitesi’nden mezun oldu. Onlara her zaman kendi mesleklerini seçme özgürlüğünü sundum. Bu konuda en ufak baskım olmadı. Ben doktor olmayı çok istemiştim. Ben olamadım, çocuklarım olsun diye bir eylemin içinde de asla olmadım. Gazeteci mi olacaksınız, en iyisini olun; fotoğrafçı mı olacaksınız, en iyisi olun dedim. Ben gençliğe inanmak ve güvenmek istiyorum. Bazen beni gururlandıran durumlar görebildiğim gibi bazen de Türk gençliğine yakıştıramadığım eylemler görebiliyorum. Son zamanlarda sanki biraz Atatürk’ten, bayraktan, milliyetçilikten, manevi değerlerden biraz daha uzak yetişen bir gençlik görüyorum.
Semra Özal’ın hayatınızdaki yeri nedir?
Semra Hanım benim için çok önemlidir. Yani hepimizin etrafında, ailesinde, üye olduğu derneklerde çok samimi dostları vardır. Bir defa Semra Özal çağdaş Türk kadınını temsil ediyor. Çalışan ve çalışması gereken hanımefendiyi temsil ediyor. Geriye dönüp baktığınızda Semra Özal gibi devletin her kademesinde bulunup, bu kimliğini toplumun yararına kullanan hanımefendi sayısının ne kadar az olduğunu göreceksiniz. Semra Özal, benim için son derece çağdaş, ülkesini milletini seven eşinin yanında olan bir hanımdır. Yani kimliğiyle, kişiliği ile örnek bir hanımefendidir. Evet, onu çok seviyorum; hem benim hem de eşimin hayatında çok özel yeri var. Buraya gelirken Semra Hanım’ın geleceğini duyunca da çok sevindim.
İki gün boyunca Bursa’da konakladınız? Bursa’nın en çok neyini, neresini ve nesini beğendiniz?
İki gün kaldık burada ama inanın çok gezemedik. Fakat İstanbul’a yakınlığı nedeniyle bildiğimiz, sevdiğimiz bir şehir. Doğasını, yeşilliğini, canlılığını her zaman çok beğenmişimdir. Ama son zamanlarda diğer şehirlerde olduğu gibi çok fazla göç aldığını, bu göçün de maalesef Bursa’nın bir takım değerlerinde değişmelere neden olduğunu görüp üzüldüğümü söyleyebilirim. Bir de biraz daha yeşilden uzaklaşıp betonlaşan bir durum var Bursa’da. Bu da beni rahatsız eden durumlardan biri… Tabi bu durum sadece Bursa için geçerli değil, tüm Türkiye’de olan bir görüntü bu.
Bursa’ya geldiniz ve iki gündür buradasınız. Hayata karşı mola verdiniz mi yoksa işleriniz peşinizi bırakmadı mı?
Belli bir yaşa kadar çok yoğun çalıştım. İlkokul 3’ten beri çalışma hayatının içindeyim. 36 yıldır akaryakıt istasyonları işletiyorum. Yaklaşık 90 civarında çalışanım var. 2002 yılından beri Gaziosmanpaşa’da vergi verenler içinde hep liste başı oldum. Yoğun bir iş hayatım var. Ama bir yerden sonra bazı duygular değişiyor hayata karşı. Artık mola verebiliyorum iş hayatında.
TESYEV ile ilgili düşüncelerinizi aktarabilir misiniz?
TESYEV 10. yılını kutladı geçtiğimiz günlerde. Ben, Yavuz Kocaömer ve onunla birlikte olan arkadaşlarla beraber hareket etmekten büyük bir keyif alıyorum. Çalıştığım birçok vakıf var; bunlar içinde en şeffaf, en hesapları denetlenebilen, düzenlediği geceler, etkinlikler dışında yönetim kurulundakilerin sürekli kendi özel hesaplarından bağışlar yaptığı çok özel vakıflardan bir tanesidir. Acun’la bir etkinlik yapıyorsunuz ve bir gecede 4 trilyona yakın para topluyorsunuz. Bu Türkiye rekorudur. Bu ne demektir biliyor musunuz; Acun’un büyük bir emeği var burada, Acun’a insanların güveni var. Ve Acun’un kimliğinde kişiliğinde vakfa duyulan bir itimat var. Başka vakıflarda da çalıştım ama hesapları denetlendiğinde inanılmaz yanlışlıklar çıktı içinden. TESYEV’de; engellilerin eğitimine, sağlığına, burslarına, ülkenin her yerindeki engellilere engelsizler gibi yaşama şansı vermek adına yapılan çalışmaları takdirle izleyin ve bunu topluma duyurun lütfen. Hepimiz aslında birer engelli adayız. Tabi Yavuz bey bunu bire bir yaşamış. Biz engelli insanların yüreğine indiğimizde öyle güzellikler görüyoruz ki. Tekerlikli sandalyede basketbol müsabakası yapan o insanları görünce tüylerim diken diken oluyor. Yani o topa sahip olmak için birbirlerine çarpmaları, o arabalarla mücadele etmeleri, düşüp kalkmaları; yani bu enerjiye, yaşama sevincine hayran kalmamak elde değil. Bizlerin ayağında en ufak bir burkulma olsa hemen feryat ediyoruz. Düşünebiliyor musunuz; Galatasaray engelli basketbol takımı dünya şampiyonu oldu. Bu insanlar tekerlekli sandalyeden kalkamıyor. Ama bu insanlara yaşam hakkı bir şekilde verilmiyor. İki kolu, iki bacağı olmayan insanlar var ama bakıyorsunuz dünyanın en mutlu insanı. TESYEV ne yapıyor, bu insanların hayata adapte olmasını sağlıyor. Protez alıyor, işitme engelini ortadan kaldırmak için cihazlar alıyor. Bunu yaparken de özellikle söylüyorum, laf olsun diye yapmıyor. Bizim engellilere dağıttığımız malzemelerin birçoğu yurtdışından geliyor. Acunla yaptığımız iki etkinlikten yaklaşık 7 trilyon kadar para toplandı. Biz kendi içimizde bir denetleme kurulu kurduğumuz gibi, uluslararası bir denetleme kurulu da bizim denetlememizi gözden geçirdi. Her hangi bir yanlış olmasın diye yapıldı tüm bunlar. İnanın hiçbir vakıfta bunu görmedim.
0 yorum:
Yorum Gönder