Birine yardım ederken sağ elinizin yaptığını sol eliniz görmeyecek
Semra Özal Hanımefendi

Türk Kadınını Güçlendirme ve Tanıtma Vakfı kurucu başkanlarından, topluma faydalı hizmetler vermeye çalışan pek çok sivil toplum derneğinin kurulmasına ön ayak olmuş, merhum 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın eşi Semra Özal Hanımefendi 2 gün boyunca kaldığı Bursa’da tek röportajını dergimiz Weekly’ye vererek bizi sonsuza kadar gururlandırdı. Keyifle okumanız dileği ile…


Merhaba;

Hayatın rüzgarı bizi nereye estirirse oraya doğru yol alıyoruz. Amaçlar, hedefler, beklentiler, hayaller nelerle sınırlı neyi başarmak istiyoruz? Ben hiçbir zaman hayellerimin ve hırslarımın esiri olmadım evet hayattan beklentilerim olmadı değil ama neyi çok istediysem inanın ona sahip oldum.  Acıtmadan, kırmadan ve gücendirmeden.
Evet, Bursa size biraz gücendim geçtiğimiz hafta kırıldım ama bu ne kadar umrunuzda bilemem hep içimden geldiği gibi yazdım bu yazımda öyle olacak.

Geçen haftaki röportajımda Bursa bir ilke imza atacak  ve ev sahipliği yapacak diye yazmıştım. Yapılacak olan bu ilk de bir sosyal sorumluluk projesi içindi. NİLÜFER LİONS KADIN SIĞINMA EVİ BAĞIŞ MÜZAYEDESİ. Evett, Bursa... Bu büyük güne hazırlanmak hiçde kolay olmadı. Uğur Batur haftalar  öncesinden tanıtım katalogları ve amacı anlatan broşürleri binlerce adet dağıttı, elden verildi; hatta evlerinize ve iş yerlerinize özel kurye ile de teslim edildi. Yani bütün Bursa bu organizasyonu biliyordu artık. Sıkı durun bir de bu müzayede için 8. merhum Cumhurbaşkanı’mızın eşi Semra Özal Hanımefendi de bu projeye destek vermek için günler öncesinden Bursa’ya geleceğini bildirdi. Bursa bu proje ile sınırları aşacaktı ve ben bu proje çokça ses getirecek diye heyecanlanmıştım. Çünkü Bursa’da olan olaylar, şampiyonluk kutlamaları artık Bursa’yı taşralıktan çıkarıp, büyükşehir olmasına rağmen İstanbul özentisinden sıyrılan, biz de varız dedirten türdendi. Tekrar tebrikler ve teşekkürler Bursaspor ve Bursa için bir şey yapmaya çalışan herkese.

Müzayede günü nedense NİLÜFER LİONS üyelerini bu anlamlı projeye destek vermek için yeterli değil nedense hiç denecek kadar az bir sayı ile katılım gösterdiğini gördüm ve şok oldum. Anlam veremediğim şekilde ve açıklanmasını hala merak ettiğim sorular var bu günle ilgili Bursa... Kutlama, o, bu, şu gibi tüm organizasyonlarda görmeye alışık olduğumuz cemiyet hayatında yer alan yardımsever insanlarımıza ne oldu diye merak ettim. Yoksa yardım etmekten mi sıkıldılar diye düşünmedim değil. Ya da böyle bir organizsayon yerine sanatçı çıkartıp yemekler mi yenilseydi; daha mı faydalı olurdu bu projeye bunu da düşündüm. Ya da başka bir şey mi organize edilseydi bu proje için... Ya da kendileri mi organize olamadı, bunu da bilmemem. Ama hangi sahneyi görmek istediğimi belirtmek isterim. Herkesi orada görmek isterdim, biziz, buradayız; bu projenin ve organizasyonun yanındayızı anlatan tek bir fotoğraf. Tek bir hatıra kare. Ben inanıyorum bir şekilde bu KADIN SIĞINMA EVİ projesi sizlerle hayat bulacak. Müzayede sonrası yapılan bağışı burada yazmam tabi ki doğru olmaz ama bunu da sizler için, sizin projenize destek vermek için yine birileri isimli ya da isimsiz bir şekilde varlıklarını gösterdiler. Teşekkürler gönül dostları, hayırseverler. Tebrikler Uğur Batur.

Bu hafta Semra Özal Hanımefendi ile röportaj yaptım. Aslında yapmadım sadece sohbet ettik. Yaşanmışlıklar, güzel anıları paylaşmak güzel. Çok keyif aldım. Ama karar verdim ben böyle bir hayatı yaşamak gerçekten istemezdim, köşk anılarını dinledikten sonra. Planlı ve programlı olmak güzel bir şey ama bunu ben yaparsam. Birileri benim için yaparsa oyunu bozarım. Kendi halinde yaşayan biri olarak ben, kendime geçer sözüm mantığı bu. 



İnsanlar birbirine karşı saygılı olmazsa, ne sevebilir ne çalışabilir ne de anlaşabilir.



 Türk Kadınını Güçlendirme ve Tanıtma Vakfı’nı kurdunuz, yıllarca başkanlık yaptınız. 80’li yılların ortalarından beri özellikle Anadolu kadınının eziyetlerine yakından şahit oldunuz. Sizce Türk kadınının en önemli sorunu nedir ekseninde; gerçek bir yardım gönüllüsü olarak bugüne kadar yaptığınız çalışmaları anlatır mısınız?

Türk kadınının en büyük sorunu elbette sağlık ve eğitimdir. Ben rahmetli ile Anadolu’da çok bulundum. Türkiye’deki barajların yapımlarının sondajlarında hep bulundum. Dağ köylerinde çadırlarda kaldık, oralarda çalışmalarda bulundum. O zaman oradaki kadınların ne eziyetler çektiğini yakından gördüğüm için bu vakfı yani Türk Kadınını Güçlendirme ve Tanıtma Vakfı’nı kurdum. Benim çalıştığım dernekler vardı ama istediğimi yapamıyordum oralarda. 25. yılını da kutladık devam ediyoruz Allaha şükür. Ve biz vakıf olarak sağlık ve eğitim sorunlarını öne aldık. Ama sağlık bence birinci derecede sorundur. Yaptığımız ilk gecede büyük bir organizasyon gerçekleştirdik ve otobüs siparişi verdik Mercedes’e. O otobüsün iki muayenehanesi vardı; biri kadın hastalıklarına diğeri de çocuk hastalıklarına bakıyordu. Doktoru, hemşiresi, ilacı; her şeyi vardı o otobüsün. İlk öyle başladık. Sonra 40 karavanlı muayenehane şekline dönüştürdük bu çalışmayı. Doğuya ve Güneydoğu illerine birer karavan yolladık; doktoruyla, hemşiresiyle ve ilacıyla. Çünkü gerçekten oraların ihtiyacı vardı bunlara. Biz oralarda kadınların sağlığına çok önem verdik. Orada biz aile planlamasını da öğrettik. 2, 4 ten 1,6 ya düştü doğum oranları. Daha sonra okuma yazma kursları açtık. Okuma yazmanın ötesinde hepsini meslek edindirmeye çalıştık, atelyeler açtık. Hiçbir şey bilmiyorlarsa bahçesindeki sebze ve meyveyi konserve yapmalarını öğrettik. Hala daha oradaki atelyelerimiz çalışır durumdadır. Anadolu’da açtığımız lisans okulundan, bırakın ortaokul ya da lise mezunu kadınları, üniversiteli kadınlarımız bile hala yararlanıyor. En önemli çalışmalarımızdan biri de resmi nikah alanında oldu. 30.000 den fazla resmi nikah gerçekleştirdik. 100.000’lerce çocuğun nüfus kağıdını çıkardık. Resmi nikah bir kadının sadece sigortası değildir. Aynı zamanda onun gururudur. Bunu ben yaşadım; sanıyorum Mardin’deydi, toplu kıydığımız nikahlardan birinde; çok yaşlı bir hanımı, (Bunu ben her yerde anlatıyorum çünkü gözümün önünden gitmeyen bir anıdır bu) bir de yine onun yaşlarda bir beyi kolundan tutup getirmişler. “Siz buraya yanlış geldiniz siz şöyle bir kenara oturup izleyin” dedim ben onlara. “Evladım kıy benim nikahımı” dedi. Ama artık torununun torunu olmuş düşünün. Dedim ki “Bundan sonra ne yapacaksın nikahı? Bana dedi ki; “Evladım ben bu yaşıma kadar hep başım önde yaşadım. Kıy nikahımı da Allahın huzuruna alnım açık çıkayım”. Dediğim gibi nikah kadının aynı zamanda gururudur. Sesini çıkarmaya kalksa çıkaramıyor. Onun için ben resmi nikahı çok önemsiyorum. Onun dışında burslarımız sürüyor, Türkiye’nin her yerinde burs verdiğimiz öğrencilerimiz var. Bunlar kadınlarımız için çok önemli; çünkü annelerimizin yetişmesi, eğitilmesi lazım. Annelerin eğitilmesi lazım ki çocuklar da iyi eğitilebilsin. Anneler iyi eğitilmezse iyi bir nesil yakalamamız zorlaşır.

Kadın sığınma evleri için düşünceleriniz nedir?

Biz de vakıf olarak çok sığınma evleri yaptık. Çok yuvalar inşa ettik çocuklar için. Ama esas mağdur kadınların barınacağı yer çok önemli. Adam dövüp sokağa attığı zaman gidecek bir yerleri yok. Ben İstanbul’da çok fazla uğraştım bir kadın sığınma evi için. Maalesef terslikler bırakmadı peşimi. Ya arsamız yanlış çıktı ya da verdikleri binalarda bir takım yasal pürüzler oluştu. Burada da böyle bir proje olduğunu duyunca ben koşa koşa geldim. Çünkü idealimdeki bir projeydi bu ve elimden ne gelirse yapacağım.

Siz bu vakıf için çok çalıştınız bir Cumhurbaşkanı eşi olarak. Görevi teslim ettikten sonra, bayrağı eline alanlar da sizin kadar sahip çıktılar mı bu çalışmalara ve projelere?

Valla herkesin düşüncesi, anlayışı, faaliyeti ayrıdır. Mukayese etmeye gerek duymuyorum. Biz zaten kendimiz devam ediyoruz bu gönül işine. Bir kaç tane yerdeki problemli yerleri kapattık aldık. Ben son 3 yıldır İstanbul’da uyuşturucu problemine ağırlık verdim. Her ay ya bir okulda, ya bir mahallede; bir eğitimci, bir doktor, bir avukat ve bir de narkotikten bir arkadaşı götürüyorum ve oralarda panel yapıyoruz. Çok da olumlu dönüşler alıyorum. Anadolu’daki arkadaşlarımız da çalışmalarına aralık vermeden devam ediyorlar. Yapılacak o kadar çok iş var ki; ama bunun için insanın çok fedakar olması lazım. Hem zamanından, hem sağlığından, hem cebinden ve hem de her şeyinden... Tabi bu kadar çok fedakarlık yapacak insan yok artık. Belli bir gurup arkadaşım var onlar da devam ediyor zaten. Bizim vakfımızın adı hem güçlendirme hem de tanıtma vakfı. Mesela biz dünyanın her yerine vakıf olarak gittik ve oradaki kurumlarla da iş birliği yaptık ve çok faydalandık onlardan. Amerika’da bir Türk evi yaptırdık biz. Birkaç yerde yaptık bunu orada. İçine de tamamen eski Türk evlerinin antika eşyalarını koyduk. Japonya çok istedi ama yollayamadık oraya. Eskiden beri ben bu konuda çalıştığım için duyulmuş, UNİCEF New York’ta büyük bir merasim yaptı ve bana madalya taktı. UNİCEF’in de dünyada madalya verdiği tek kimse benim. Ödül ya da plaket veriyor UNİCEF; fakat New York’ta böyle merasimle madalya alan tek kimse ben oldum. Nova Üniversitesi de Amerika’daki bu çalışmalarımı araştırdıktan sonra bana ‘fahri doktorluk’ ünvanı verdi.

Yardımseverlik bir gönül işi öyle değil mi?

Tabi kesinlikle. Ben de bu işe çok küçük yaşlarda başladım. Bugün Türkiye Yardım Sevenler Derneği’nin en eski üyesi benim. Birçok vakıf ve dernekte de faal olarak çalışmaya devam ediyorum. Lösemi Vakfı’nı kuranlardan biri de benim. Ömrüm oldukça da çalışacağım herhalde. Yani insanların gözünde, memnun olduklarında gördüğüm o ışıltıyı, o pırıltıyı gördüğümde bana öyle bir şevk veriyor ki bu… Bunu belki herkes anlayamaz ama ben bunu görebiliyorum.  

Köşkteki bir gününüzü anlatır mısınız?

Köşkte makam zamanı, sabah gözlerinizi açıp yüzünüzü yıkadıktan sonra kahvaltı için salona geçersiniz. Bu arada kendim hazırlardım kahvaltıyı. Sekreterler kapıda beklerlerdi. Masanın başında o günkü programı okurlardı hemen. Şu saat burada bu var, o saat şurada şu var diye. Kahvaltı boğazımda kala kala kendimizi dışarı atardık. Kendime ait bir özelim yoktu, hiçbir şey yapamazdık yani. Sanatçlardan daha az özel hayatımız vardı yani. Onların menajeri vardır istemezlerse kimseyi kabul etmezler. Bizim öyle bir lüksümüz yoktu.

Siz hemen hemen tüm kadınlardan tarafından sevilen, bir yere gittiğinizde büyük bir sevgiyle karşılaşan bir kadınsınız. Anlattığınız kadarıyla da özel hayatınız neredeyse olmamış. Bunun rahatsızlığını yaşadınız mı?

Gayet tabi ki yaşadım. Çok zor bir hayatımız vardı. Arada bir rahmetliyle kaçabilirdik, arabayı o kullanırdı ama bu 40 yılda olabilecek bir durumdu. Orada siz, siz olmaktan çıkıyorsunuz. Şahsi hiçbir yaşantınız olamıyor. Tabi bunları bilerek geliyorsunuz oraya. Hep başkalarının programlarını, planlarını yaşıyorsunuz.

Kadın sığınma evleri çok önemli kadınlarımız için ancak bunların sayısının artması da kendi içinde bir çelişki. Erkelerin yüz karası gibi bir durumla karşı karşıyayız. Bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz?

Keşke erkekler bunun yüz karası bir durum olduğunu düşünse de yapmasalar bunları. Zaten erkekler bunu böyle düşünseydi kadınlara eziyet edip onları mağdur durumlara düşürmezlerdi.

Merhum 8.Cumhurbaşkanımız Turgut Özal ile evdeki ilişkileriniz, iletişiminiz nasıldı, mesela sesi yükselir miydi?

Hiçbir zaman sesini yükseltmemiştir. Ne onun ne de benim sesim yükselmiştir. Zaten Turgut Bey o kadar sakin bir insandı ki hiçbir kötü laf kullanmazdı. En çok kızdığında birine, ‘kardeşim’ der. “Kardeşim” dediğinde etrafındakiler anlar ki kızmaya başlamıştır. “İki gözüm” dediğinde çevresinde kimse kalmaz. En büyük küfrü, kızması buydu işte.


Kadınlar sizi hep siyasetin içinde görmek istedi ama siz hep uzak durdunuz? Bunu nedenini açıklar mısınız?

Ben siyaseti hiç sevmedim, sevemedim. Rahmetli, parti kurmaya çalıştığında ben hep ona engel olmak istedim. Ama hasbelkader ortasında buldum kendimi. Partide en büyük eziyetleri de ben çektim. İstanbul İl Başkanlığı’m çok tenkit edildi. Ama rahmetli bana ‘senin orada bulunman lazım, kötü bir ekip geliyor memlekete’ dediği için o görevi kabul ettim. Ve öyle bir çalıştım ki, çok da başarılı oldum. Ama bazen 22-23 saati buluyordu çalışmam. Bir duş alıp hiç uyumadan çalıştığım zamanlar oldu. Gecenin geç saatlerinde gecekonduları dolaşıyordum; gündüz, salonlarda restoranlarda konuşmalar yapıyordum. Sevmediğiniz bir işi nasıl bu kadar başarılı yaptınız derseniz, ben de şöyle bir prensip vardır; üzerime aldığım bir işi en iyi şekilde bitiririm. 

İnsanlara yardım etmek çok hassas bir konu. Buna dikkat edilmezse bu yardımlar insanları rencide edecek bir duruma dönüşebiliyor. Siz vakıf olarak, insanlara yardım ederken nelere dikkat ediyorsunuz?

Bizim dinimizde şöyle bir öğreti vardır. Birine yardım ederken sağ elinizin yaptığını sol eliniz görmeyecek. Bizim de aslımız budur ve hep bunu uygulamaya çalışırız. Kuzey Irak’ta görevli bir time haince bir saldırı düzenlenmişti ve o timden 4 güvenlik görevlisi hakkın rahmetine kavuşarak şehit olmuştu. Kısa bir süre sonra, eşleri lojmanlardan çıkarılmıştı. Bu olay beni derinden etkilemişti. Onlara yardım etmek boynumuzun borcu olmuştu. Conrad Otel’e gittik  sevgili Uğur Batur’la ve balo salonunu ayarladık. Nükhet Duru ve Cenk Eren’le de konuşup ikna ettik. Büyük bir konser gecesi ve müzayede düzenledik. Turgut Bey’in çok değerli bir saati vardı ve onu da müzayedede sattı Uğur Bey. Saati Cüneyt Kalyoncu’nun kardeşi sevgili Cem Kalyoncu aldı. O gece toplanan parayı alıp Uğur’la birlikte emniyet müdürlüğüne götürdük. Yasal prosedürleri halledip bu dört şehidin eşine evleri aldık. Basını ve onları çağırmadık ki kimse bilmesin diye.

İnsanlar sivil toplum kuruluşlarının düzenlediği bağış gecelerinde verdikleri paraların nereye gittiğini ne için kullanıldığını bilmek istiyorlar. Bu konudaki düşüncelerinizi öğrenebilir miyiz?

Gayet tabi ki insanlar bunu bilmekte, istemekte haklılar. Şimdi o kadar çok dernek çıktı ki ortaya; evet çok faaller ama ne yaptıklarını kimse bilmiyor. Etkinlik gelirlerinin nereye gittiğini anlatmıyorlar. Bizim vakfımızın böyle bir sorunu olmaz. Her ay ve her yıl vakıflar denetleme kurulundan gelirler ve hesaplarımızı incelerler. Bizim her şeyimiz ortadadır. Biz  zaten böyle geceleri çok yapmıyoruz, senede iki defa yapıyoruz. Onun için herkes bilir ki gece ne için düzenlenmişse o para oraya gidecektir. 

Bursaspor’un şampiyonluğu için neler söylersiniz?

Bursaspor’u iki defa tebrik ediyorum. Birincisi şampiyon olduğu için. Esas büyük tebriğim 25 yıl sonra bir Anadolu takımı şampiyon oldu. Aferin onlara, helal olsun… Bursaspor herkese şunu gösterdi ki insanlar eğer çalışırlarsa yapamayacakları başaramayacakları bir şey olamaz.

Sizi her zaman eşinin ve çocuklarının yanında olan bir kadın olarak gördük. Buradan aile hayatı ile ilgili mesajlarınızı alabilir miyiz?

Ben annelere hep şunu söyledim. Çocuklarınızı sıkmayın ama boş bırakmayın. Mesela ben çocuklarıma hiçbir gün anahtar vermedim. Üstelik ben çalışan bir kadındım. Toplantımı keser, eve gelir karınlarını doyururdum. Anahtar verirseniz çocuk başıboş gezer dolaşır. Nereye gideceği belli değildir, eve ne zaman geleceği belli değildir. Ben çocuklarımı bir gün dahi arkadaşlarının evine yollamadım kalmak istedikleri zaman. ‘Çağırın buraya gelsinler’ derdim. Razıydım kalabalığa, eziyete ama onlar gelsindi yeter ki buraya. Bu düşünceme gülenler olabilir ama ben böyle yaptım ve çok memnunum böyle davrandığım için.

Gençlere ve kadınlara bir mesaj vermenizi istesek; ne bekliyorsunuz mesela Türk kadınından, Türk annesinden?

Her şeyden önce insanlar birbirlerine karşı saygılı olsunlar. Baktığım zaman, genel olarak insanlar saygı denen kelimenin manasını dahi unutmuşlar. İnsanlar birbirine karşı saygılı olmazsa, ne sevebilir ne çalışabilir ne de anlaşabilir. Herkes saygılı olacak. Hem birbirlerine hem işlerine hem de kendilerine.





   

CONVERSATION

0 yorum:

Yorum Gönder

YUKARI
ÇIK